Kadın düşmanlığının yeni yüzü - Gülnur Acar Savran

Sosyal Sigortalar Genel Sağlık Sigortası yasası, kadınlar açısından büyük dezavantajlar taşıyor.

Doğrudur: Feministler, dayak yemek, tecavüze, enseste uğramak gibi aile kurallarını, hizmet etmek, itaat gibi aile değerlerini hiçe sayarlar

Kadın düşmanlığının binbir yüzü var. Kuşkusuz bunların hepsi aynı biçimde ve ölçüde muhafazakâr değil. Erkek egemenliğinin modern biçimi olan kapitalist patriyarka altında bu düşmanlık son derece "liberal" görünümlere de bürünebiliyor. Uluslararası kadın ticareti ve fuhuş ağı bunun bir örneğiyse, bir başka örneği de, birlikte olduğu kadınlara karşı mesafe koymazsa onlar tarafından yutulacağı korkusunu yaşayan modern erkeklik hali: Çocukluğunda annesinden kopuşunun getirdiği travmayı aşamamış erkeklerin ancak, birlikte oldukları kadınları uzaklıklarıyla cezalandırarak kendilerini var edebilmeleri. Ve kadınlara duyulan nefret ve düşmanlığın neredeyse zaman-dışı biçimleri: Namus cinayetleri, kıskançlık cinayetleri, tutku cinayetleri, cinsel hizmet ya da ev hizmeti erkeğin gönlüne göre olmayınca işlenen öfke cinayetleri, savaşlarda toplu tecavüzler, militarizmin askerleri erkekleştirirken düşmanı kadınlaştırması ve ilânihaye...

Ahlak fetişizmi

AKP'nin neoliberal politikalarının ana gövdesini oluşturan yasal düzenlemelerle birlikte giderek daha belirginleşen kadın düşmanlığı biçimi ise, bir yanda dini muhafazakârlık, diğer yanda katıksız bir sermaye yandaşlığının bir tür sentezi olan yeni-muhafazakârlık. Hükümetin gündemdeki "reform"larında (Anayasa taslağı, SSGSS yasa tasarısı, istihdam paketi) bütün yollar aynı yere çıkıyor: Kadınlar için aile ve evliliğin tek yaşam biçimi haline gelmesi, bunun dışında hiçbir seçeneğin kalmaması. Ne var ki, özellikle SSGSS ve istihdam paketi bağlamında, kadınlara sunulan bu seçeneksizliğin arkasında yatan tek neden dini muhafazakârlığın kadınları yerleştirdiği yer değil. Bu seçeneksizlik, aynı zamanda da IMF'nin, Dünya Bankası'nın, sermayenin kendi tercihleri ve ihtiyaçları doğrultusunda patriyarkayla el ele vermesinin sonucu olarak ortaya çıkan bir durum. Bunu, Anayasa taslağında ve Başbakan'ın, kimi hükümet sözcülerinin ve devlet bürokratlarının demeçlerinde ortaya çıkan dini muhafazakâr retorik tamamlıyor.

Her şeyden önce, Anayasa taslağının ruhuna sinmiş bir aile koruyuculuğu ve ahlak fetişizmi ile karşı karşıyayız. "Genel ahlaka aykırılık", bu taslakta da, özel hayatın dokunulmazlığı ve haberleşme, ifade, örgütlenme haklarının sınırlandırılması için bir gerekçe olarak kullanılmış. Özellikle de, özel hayatın dokunulmazlığı ve örgütlenme haklarının ahlak gerekçesiyle sınırlandırılmasının, kadınların baskı altına alınmasında ne kadar kolay başvurulabilecek bir gerekçe olduğu açık. Buna bir de, ailenin "ahlaki bir gerçeklik" olarak nitelendirilmesini eklediğimizde muhafazakârlık çemberi tamamlanıyor. Bunun yanı sıra, taslakta özel hayatın gizliliği kadınların bireysel olarak kullanabilecekleri bir hak değil. Bu gizlilik, 'ailenin mahremiyetini' korumaya yönelik olarak tanımlanmış. Yani asıl amaç, aile içindeki erkek egemenliğini korumak. Kısacası, kadınlar aileye ve evliliğe, aile içinde de, ifşa etmelerinin önü kesilen bir erkek egemenliğine mahkûm ediliyor. Ayrıca, evliliğin tek meşru beraberlik biçimi olarak tanınması, erkek egemenliğinin yanı sıra heteroseksizmi de anayasal meşruiyete kavuşturuyor. Taslakta ailenin mahremiyeti korunuyor; kişilerin cinsel yönelimleri ve cinsiyetleri temelinde baskı ve ayrımcılığa maruz bırakılmalarının önü açılıyor.(1)

Kocaya teslimiyet

SSGSS yasa tasarısına gelince: Bu tasarıda, cinsiyetsiz (soyut) bir eşitlik kisvesi altında kadınların kimi kazanılmış hakları ellerinden alınıyor. İlkin, emeklilikle ilgili yeni düzenlemede, kademeli olarak, prim ödeme gün sayısı artırılıyor ve emeklilik yaşı kadınlar ve erkekler için eşitlenerek 65'e çıkarılıyor. Kısacası erken emeklilik hakkını yitiriyor kadınlar. Ayrıca, bekar kadınların sahip olduğu babaya bağlı sağlık güvencesi kadınlar ve erkekler için eşitleniyor ve okuyorlarsa 25, okumuyorlarsa 18 yaşında kesiliyor. Bu değişiklikler kadınların aile ve koca himayesine teslim edilmesinin örnekleri: Büyük çoğunluğu kesintisiz ve tam zamanlı çalışamayan kadınlar için emeklilik giderek bir hayal haline gelince, kadınları kocaları karşısında bir ölçüde güçlendiren babaya bağlı özel haklarından mahrum edince, kadınlar için evlilik dışında kalmak veya evlilik dışına çıkmak iyice güçleşir. Öte yandan, doğum izni ücretinin düşürülmesi ve emzirme yardımı süresinin kısaltılması ise, kadınlara açıktan açığa ev dışında çalışmama telkininde bulunan düzenlemeler. Yine, ölüm aylığı konusundaki yeni düzenlemeyle, sigortalı kocası ölen kadına, yeniden evlenmesi durumunda, ölüm aylığı yerine bu aylığın bir yıllık tutarı bir defaya mahsus olmak üzere evlenme ödeneği olarak veriliyor. Yani kadınlar, bekar yaşamak yerine yeniden evlenmeye teşvik ediliyorlar. Nihayet, sağlık (ve tabii eğitim) hizmetinin özelleştirilmesi ve taşeronlaştırılması, kadınların ev içindeki karşılıksız bakım emeklerinin artması demek. Bu da, kadınların giderek daha çok, tam zamanlı ev kadınları olmalarından başka bir anlama gelmez. Kısacası, SSGSS yasa tasarısı, devletin ve sermayenin kadınlara ayrılacak kaynakları iyice kısma kararlılıklarının açık bir belgesi: Sosyal hizmetler iyice daraltılırken, işveren yükümlülükleri de azaltılıyor.

Bütün bunların dışında, SSGSS yasa tasarısında, ev kadınları, güvencesiz çalıştırılan ve kayıtdışı kesimde istihdam edilen kadınlar tümüyle kapsam dışında tutuluyorlar. Bu, yaklaşık 17-18 milyon kadının bireysel olarak hiçbir sosyal güvenlik hakkının olmadığı anlamına gelir. Bu kadınların baba veya koca himayesinde olmaksızın yaşamlarını sürdürmeleri neredeyse olanaksız.

İstihdam paketiyle ilgili olarak ise henüz çeşitli belirsizlikler var. Ancak, duyduklarımız duyabileceklerimizin habercisi. Ayrıntılarda değişiklikler olsa bile, meselenin özü belli. Her ne kadar başbakan yardımcısı Hayati Yazıcı ve milletvekili Fatma Şahin kadınların hem ev dışında çalışıp hem de "annelik vasfını koruyacakları" bir önlemler paketinden dem vursalar da, işin aslı kadınlara uygun görülen tek "vasfın" annelik olması. Bu paketle birlikte, 100-150'den fazla kadın işçi çalıştıran işyerlerinde kreş açma zorunluluğu kaldırılıyor. Gerekçe: Kadın istihdamını arttırmak! Kreş açma zorunluluğu işverenleri kadın işçi istihdam etmemeye özendirdiği için, böyle bir "çözüm" bulmuş hükümet.(2) Buna karşılık pakette, kadın işçilere kreş parası olarak çocuk başına 300 YTL ödenebilmesini mümkün kılacak bir "annelik fonu" oluşturulma hazırlığı yapıldığı söyleniyor. Bu fonun nasıl oluşturulacağına gelince, SSGSS yasa tasarısına damgasını vuran mantık burada da kendini ifşa ediyor: Tabii ki annenin maaşından yüzde 15 oranında kesinti yapılarak! Sosyal güvenliğin bireyselleşmesi mantığı neoliberal politikaların kilit noktalarından birisi ve bütün politikalarda etkisini gösteriyor. Ayrıca yine bu pakette, emzirme odaları kaldırılıyor ve kadın istihdamı için hiçbir teşvik ya da kota yok.

Bütün bunlar, yeni-muhafazakârlığın kadınları aileye mahkûm ettiğinin, evlilik ve annelik dışında tümüyle seçeneksiz bırakmaya niyetli olduğunun göstergeleri. Nitekim Başbakan'ın kadınlara 8 Mart armağanı olarak en az üç çocuk yapma nasihati vermesi, daha sonra Sağlık Bakanı'nın da bu sözleri onaylaması, çok "akıllı bir tasarım"la karşı karşıya olduğumuzu ele veriyor. Yakında doğum kontrolü ve çocuk aldırmayla ilgili kısıtlamalar da gündeme gelirse şaşırmamak gerekir... Öte yandan bir başka 8 Mart armağanı da feministlere Diyanet İşleri Başkanı'ndan geldi: Feministler ahlaksızmış, "feminizm hareketine kapılan kadın... aile için vazgeçilmez olan birçok kural ve değerleri hiçe saymakta(ymış)..." Doğrudur: Feministler, dayak yemek, tecavüze, enseste uğramak gibi aile kurallarını, hizmet etmek, itaat gibi aile değerlerini hiçe sayarlar.

Kadınları bu şekilde evlilik ve aile içine kıstırmayı ayırımcılık, eşitsizlik gibi sözcüklerle ifade etmek mümkün değil. Düpedüz kadın düşmanlığı bu. Kadınların aile içinde erkeklerden gördükleri şiddet böylesine belgelenmişken, onlara tek seçenek olarak bu şiddet döngüsünü sunmanın adı başka bir şey olamaz. Böyle olduğu için de, aileiçi şiddet konusunda hükümetin bir takım özel kuruluşlar ve STK'larla birlikte sürdürdüğü kampanyaların ne inandırıcılığı var ne de gerçek bir çözüm sunuyor bunlar. Kadınlar, aile ve evlilik dışında kalabilecek ya da bu kurumların dışına çıkabilecek olanaklara kavuşturulmadıkça ve şiddetin yatağına böyle sımsıkı bağlandıkça, hiçbir önlem bu şiddete karşı çözüm oluşturamaz.

Hal böyleyken, bu hükümetin kadınlara yönelik politikasını "türban sorunu" çerçevesine hapsederek tartışmak, ikinci dalgası 25 yılını tamamlamış bir feminist gelenek için biraz yüzeysellik olmaz mı sizce de?

1. Taslağın, kadınları 'korunmaya muhtaç' olanlar kategorisi altında sayan 9. maddesinin yerine bir önceki anayasanın 10. maddesinin getirildiği söylendiği için bu konuya girmiyorum.

2. Oysa feministlerin savunduğu, kadın-erkek ayırımı yapılmaksızın belli bir sayının üstünde işçi çalıştıran işyerlerinde kreş açma zorunluluğu bu gerekçeyi de ortadan kaldırır.

0 yorum ---- Kadın düşmanlığının yeni yüzü - Gülnur Acar Savran

Etkinliklere katılmak için aşağıdaki boş kutuya varsa görüşünüzle birlikte Ad-Soyad ve Mesleğinizi belirtmeniz yeterlidir.

  Şemsiye! Şemsiye!

8 Mart Yaklaşıyor!

2011 Kadınlara Sosyal Güvence Copyleft