Bedenimizle Özgürleşecek Sokaklar!*


Maruz kaldığım polis şiddetini “25 Kasım” öncesi ayrıntıları ile anlatmak yerine, devlet şiddetinin kadınlara yöneliş biçimine değinmek istiyorum. Hükümeti protesto eden bir eyleme kadın olarak katılmak, kadın düşmanlarını rahatsız ediyor. Kadınların neredeyse özerkliğinin tamamının yok edildiği bir tarihte yeni direniş biçimleri ve öncülüklerle karşılaşıyoruz. Kadın özgürlük mücadelesi yenilenme dinamiklerini sokakta sınıyor.
Erkek- devlet işbirliğinin kadın bedeni üzerindeki hegemonyasını meşru ve kabul edilebilir bir forma dönüştüren yeni bir ahlak anlayışı ile karşı karşıyayız. Kadınlar önce erkekler tarafından şiddetle kontrol altına alınmaya çalışılıyor, buna karşı çıktığı anda veya koruma talep ettiğinde ise devlet tarafından hukukla, yasayla tehdit ediliyor.
“Öldürülen 4000 kadının arasında değil, yatakta sancı içerisindeyim”
“31 Mayıs Hopa Olayları” olarak tarihe geçen günde maruz kaldığım polis şiddeti, AKP’nin temsil ettiği liberal- muhafazakar değerleri koruyan ahlakın, yukarıdan aşağı örgütlenerek kadın bedenine nasıl ulaştığını göstermiştir. Kocasına, babasına, sevgilisine boyun eğmeyen her kadının yaşadığı şiddetten farklı değildi; devletin kolluk kuvvetlerinin bedenim üzerinde uyguladığı şiddet. Tek fark/ şans öldürülen 4000 kadının arasında değil, aylardır evde, yatakta ve sancı içerisindeyim. Neden? Onlara göre, panzere çıktığım için. Bana göre, erkek egemenliğinin kısa süreli bir sarsıntı geçirmesine neden olduğum için. Sevgililerini terk eden, onların isteklerini reddeden kadınların maruz kaldığı şiddet, kadınların erkek egemenliğine karşı doğrudan gerçekleştirdiği eylemlerin sonucudur. Bedelini ne yazık ki bedenleriyle ödemişlerdir. Hakları için sokakta direnen kadınların siyasal iktidarın sınırlarını zorlayan her doğrudan politik atağı ise erkek-devlet şiddeti ile bastırılmaktadır. Çünkü, hem erkek hem de siyasal iktidar açısından kadın, iktidarın varlığını tehdit etmektedir. Hukukun ve yaratılan yeni ahlakın üstünlüğünün ispatlanması için kadın bedeni üzerindeki denetim tam anlamıyla sağlanmalıdır. Sizce, tecavüzcüsüyle evlendirilen hangi kadın bundan sonra karşılaştığı en ufak bir haksızlığa karşı çıkabilir? Bunun yasalaştırıldığı bir ülkede kadınların gerçekten şiddete karşı koruma altına alındığına kim inanır?
Hastanedeki ilk günlerimle bugünü kıyasladığımda öfkemin arttığını paylaşmak isterim. Başbakana açtığım hakaret davası takipsizlikle sonuçlandı. Polislere açtığım suç duyurusuna hala yanıt gelmedi. İddianamede polisin gerçekleştirdiği şiddete ilişkin bir tane bile veri yok. Yani devlet yine erkeği koruyor. Bununla birlikte, kadına yönelik şiddet; medya, yargı, eğitim ve kolluk kuvvetleri gibi siyasal iktidarın temel yapı taşları tarafından, -cinsiyet eşitsizliğini derinleştirerek- gerçekleşmeye devam ediyor. Kadınların, bedenlerini, emeklerini, kimliklerini ele geçirerek, onları onursuzlaştıran kadın düşmanı politikalar “erkek devlet” özelliğini her fırsatta ilan ediyor.
Cinsiyetçilik devlet eliyle meşrulaştırılıyor
2011 genel seçim süreci, AKP iktidarı ile simgeleşen “yeni kadın düşmanlığı” nın yaslandığı temelleri ortaya koymuştur. Tayyip Erdoğan’ın “kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” sözüyle başlayan, kadınları muhtaçlar statüsüne koyan anayasanın 10. Maddesi ile devam eden referandum süreci ve seçim meydanlarında Tayyip Erdoğan’ın sarf ettiği “kız mıdır kadın mıdır” sözü, cinsiyetçiliğin devlet eliyle hangi boyutlara ulaştığının göstergesidir.
AKP hükümeti “kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” diyerek; güvencesiz çalıştırma rejimine paralel olarak yürüttüğü, iç içe geçirdiği emek ve kadın düşmanlığını icra etmekteki ısrarını ve kadınların kendi hayatlarında söz hakkına sahip olduklarına, bir siyasal özne olarak var olabileceklerine inanmadığını ispatlamıştır. AKP’nin kadınlardan istediği, “Eşit işe eşit ücret” talebini, ev işlerinin toplumsallaşmasını ve kota tartışmalarını gündem yapmayarak çizdiği sınırlar içerisinde yaşamayı kabul etmektir. Bu türden bir cinsiyetçi bakış açısının yaratacağı sonuç, hiç şüphesiz liberal- muhafazakar değerler içerisine hapsedilmiş muhtaç kadınlardır. Anayasanın 10. Maddesi ile muhtaçlar statüsüne oturtulan kadınlar; AKP’nin neo liberal yurttaşlık rejimini kurumsallaştıracak en temel aktörlerdir. Devletin yukarıdan aşağı örgütlediği sosyal yardım politikası içinde kadınların yarattığı sosyal ağlar bulunmaz bir nimettir. Kadın artık yasal olarak ancak içinde bulunduğu aile ile vardır ve temel misyonu aile değerlerini yüceltmektir. Bu, Kadın ve Aileden sorumlu Bakanlığı’nın yerine Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulmasının alt yapısını oluşturmuş; Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü’nün alanın daraltılmasının da önünü açmıştır. Başbakanın bir seçim konuşmasında şahsıma söylediği “Kız mıdır kadın mıdır” sözü; her şeyden önce eşitliğe inanmayan, kadını kadın olarak görmekten imtina eden, kadının cinselliğini nasıl yaşadığını sorgulayan gerici bir zihniyet ürünüdür. “Eşcinsellik hastalıktır, tedavi edilmelidir” diyerek farklı cinsel yönelimi olan insanlara duyulan tahammülsüzlüğün bir başka örneğidir. Toplumun her alanında özne olarak var olmuş ve bu iddia ile başka yaşamlar örgütleyen herkese yapılmış bir hakarettir. Tayyip Erdoğan tarafından bilinçlice söylenmiştir. Toplumsal ve siyasal alandaki özerk varlığı engellenen kadınlar, seçim döneminde çıkılan meydanlar fırsat bilinerek yeniden hizaya çekilmek istenmiştir.
Kadın özgünlüğü, mücadele alanında görünürleşiyor
AKP’nin 9 yıldır uyguladığı neoliberal- gerici politikalar, onu 2023’e taşıyabilir ancak, kadın mücadelesi onu aşacak tarihsel birikime ve güce sahiptir. Bugün Tahrir Meydanı’nı binlerin işgal etmesini, İsrail’de ev sahibinin kirayı yükseltmesine isyan ederek işsizliğe karşı 450 bin insanın sokağa çıkmasını sağlayanın, Şili’de parasız eğitim talebi ile ısrarlı ve kararlı bir eylem sürecini örgütleyenin kadın olması veya Türkiye’de Barış Anneleri’nin yıllardır yürüttüğü ısrarlı barış mücadelesi, Gerze’de HES’lere karşı mücadele eden kadınlar tesadüf değildir. Kadın olmaktan kaynaklı yaşadığımız sorunlar toplumsallaşmakta; kadınların, emek, beden ve kimliklerini özgürleştirme mücadelesi toplumsal özgürlük mücadelesi ile iç içe gelişmektedir. Bu durum, politik özneler olarak kadınların kendilerini ifade etme özgünlüklerini arttırmakta, dipten ve güçlü karşı çıkışlar olarak ortak mücadele alanlarına yansımaktadır.
Şimdi sorun, kadınların özgür olduğu ortamlarda gerçekleştirdikleri yaratıcı etkinlikleri politikanın konusu haline getirmek; belki herkesin sustuğu bir ortamda kahkaha atarak, belki de bir panzere çıkarak; Hannah Arendt’in de dediği gibi, “Politikanın varlık nedeni özgürlüktür, deneyim alanı da eylemdir ve insanlar eylemde bulunduğu sürece özgürdür.”

Özgürlüğümüz için bize gerekli eylemi buluncaya dek sokaklarda buluşmak dileğiyle…

DİLŞAT AKTAŞ
HALKEVLERİ MYK ÜYESİ
* Bu yazı KESK / 25 kasım dergisinde yayımlandı

0 yorum ---- Bedenimizle Özgürleşecek Sokaklar!*

Etkinliklere katılmak için aşağıdaki boş kutuya varsa görüşünüzle birlikte Ad-Soyad ve Mesleğinizi belirtmeniz yeterlidir.

  Şemsiye! Şemsiye!

8 Mart Yaklaşıyor!

2011 Kadınlara Sosyal Güvence Copyleft