Kadınlar, 'Şiddetle Mücadele Tasarısı'ndan hesap soracak!


Hülya Gülbahar'ın Tasarıyla ilgili değerlendirmesi:

"Kadın cinayetlerinin önlenmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadelede etkin önlemler getirmesi için yıllardır beklenen yasa tasarısı, 24 Şubat 2012 gecesi TBMM’ye sevkedildi. Artık alıştık, geceleri oluyor bu işler… Dünya tarihinin, sadece geceleri çalışan ilk ve tek parlamentosuna sahip olmakla dilediğimizce övünebiliriz.

Kadın örgütlerinin (şiddetle mücadele için yıllardır yükselttiği mücadele bir yana), özellikle 19 Eylül 2011 tarihinden itibaren Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile yaptığı yoğun çalışmalar sonucunda oluşturulan ve 30 Ocak 2012 tarihinde Bakanlar Kurulu’nun imzasına açılan yasa taslağı, kadın yerine aileyi esas alacak biçimde isim değişikliği yapılarak ve dört bir yanından budanarak meclise sevk edildi.

236 kadın örgütünün oluşturduğu “Şiddete Son Kadın Platformu” ve platformun 33 sayfalık alternatif taslağını destekleyen tüm kadın platformları ve kadınlar; nefeslerini tutmuş, bakanlar kurulundan çıkacak taslağı bekliyordu. Herkes büyük bir merak içindeydi. Çünkü daha önce kadın örgütlerinden habersiz olarak Bakanlar Kurulu’na sevkedilen ilk taslaktaki “yakın beraberlik içinde yaşayanlar” kavramı çıkarılmış ve taslak yeniden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na iade edilmişti. Resmi nikah olmayan beraberlikleri bir anda kapsam dışına iten bu müdahale, şiddetle ilgili yürürlükteki 4320 sayılı yasanın bile gerisinde bir düzenleme istediği için kamuoyunda büyük bir tartışma yaratmıştı.

Bu tartışma, ister “yeni hayırlara vesile oldu” diyelim, ister “yeni bir oyalama/sorunu unutturma sürecini başlattı” diyelim; sonuçta kadın örgütlerinin müdahalesi ile taslağın başından sonuna değiştirilmesini sağladı. Şiddete Son Kadın Platformu’nun Bakanlıkla oturduğu müzakere sürecinin sonunda, kadın örgütlerinin içine tamamen sinmese de, eski haline göre daha etkili bir yasa taslağı oluşturuldu. Bakanlığın her düzeydeki yetkilileri ise, kalan eksikliklerin, TBMM’deki komisyonlarda tamamlanacağı sözü verdi.

Bu taslağın en önemli özellikleri:
- kadına karşı şiddetin asıl kaynağı/nedeni olan kadın-erkek eşitsizliğini, toplumsal cinsiyet rollerini yasanın ana eksenine koymaya çalışması,
- tüm yetersizliklerine rağmen, Türkiye çapında 7/24 çalışacak kadın merkezleri ile şiddetin takibini öngörmesi,
- ve aynı zamanda da şiddet uygulayan erkeklere karşı alınacak tedbirlerde, onların temel insan haklarına/onuruna saygı gösterilmesi kuralını getirmesi idi.

Bakanlar Kurulu, bu düzenlemelerin tümünü çizdi; yasanın ve 7/24 kadın merkezlerinin içeriğini boşaltarak; gerek meclisin, gerek kamuoyunun önüne hiçbir ciddiyeti ve samimiyeti olmayan bir tasarı müsveddesi attı.

Şimdi, basına servis edilen bildiriler ile “kadın örgütleri ile birlikte hazırlanmış (!)” bu tasarının 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde yasalaşmasını hedeflendiği açıklanıyor. Benzer yasa yapma süreçlerinden de tanıdığımız üzere, kendilerince “iş bitti” deniyor.

Bu kavga burada bitmez29_poli_sidtete_sonplatformu.jpg

Türkiye kadın hareketinin, sadece Türkiyeli kadınlara karşı değil, tüm dünya kadınlarına karşı politik bir sorumluluğu var. Günde en az beş kadının ölümü ile tarihsel bir cinskırımın yaşandığı; tüm dünyanın bu nedenle gözünü dikip, buna karşı ne yapılacağını merakla beklediği bir ülkede; bu konu, gözboyamacılıkla, oyalamacılıkla, göstermelik anayasa/yasa/yönetmelik/genelge/özelge mevzuat yığını ile geçiştirilemez. Türkiye kadın hareketi, cumhuriyet tarihi boyunca kağıtüstü kalan yasal mevzuat konusunda yeterince deneyimli, bir daha bu tuzağa düşmez.

Geceleri ortaya çıkan küçük lacivert adamlar…
Ya da hayaletlerle dans…

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve kadın örgütleri arasında 19 Eylül 2011 sonrasında tam bir “gölge boksu” yaşandı. Toplanıyoruz, anlaşıyoruz, mutabakat sağladığımız konular taslağa işlenecek diye bekliyoruz… Enteresan! Her seferinde aynı sonuç: Anlaştığımız hiçbir şey metinde yok! Olmuyor da olmuyor!..

Şahsen 30 küsur yıldır, sırasıyla: Kadın bakanlığı ile ilgili yasal mevzuat, 4320 sayılı yasa, Medeni Yasa, Türk Ceza Yasası, Ceza Muhakemeleri Yasası ve hatta Anayasa süreçlerinde “devlet” denen bu “ceberrut” mekanizma ile ilgili öğrendiğim bir gerçek var: “Devlet” denen bu “örgütlü erkekler topluluğu”nu Türkiye’de geriletmek çok zor!

Bu “devlet adamları”nın muhteşem bir refleksi var: Seçilmişi/atanmışı, sağcısı/liberali/solcusu, her ne konuda didişirse didişsin, kadınlar sözkonusu olduğunda tam bir “çıkar topu” halinde hallihamur oluveriyor! Evdeki keyiflerine, cüzdanlarına, koltuklarına “dokunan yanıyor!”. Böylesine ciddi bir iş yani… Bu nedenle, onyılı aşkın bir süredir “iktidardaki askeri/bürokratik vesayetinin” el değiştirmesinden sözediliyor; ama bunun erkekler arası bir el değiştirme mücadelesi olduğu konusunda kimse tek kelime etmiyor!

Bu nedenle, kadın örgütleri şiddet yasa taslağı konusunda her zamanki aynı süreci yaşadı: Taslaktaki bir madde konusunda gündüzleyin bizzat bakanın kendisiyle bile anlaşmanın herhangi bir önemi yok. Gece, devlet denen mekanizmanın, devlete ait en derin mekanlarındaki odaların dolaplarında, masaların çekmecelerinde yaşayan küçük lacivert elbiseli adamlar veriyor asıl kararları… Bu küçük lacivert elbiseli adamlar, bazen canları sıkılmasın diye aralarına, yine küçük lacivert tayyörlü birkaç kadın alıyor. Hem canları sıkılmıyor o dolaplarda/çekmecelerde; hem de başları sıkışınca, “biz değil, işte bu kadınlar yaptı; biz değil, kadınlar istedi!” deme şansını buluyorlar…

Hikaye hep aynı, ama yeni bir şey var!…

Peki, kadına karşı şiddet taslağını kim bu hale getirdi? Çekmecelerdeki “lacivertli adamlar” mı sadece? O halde çıksınlar ortaya… Bu hükümet, yıllardır kadını ve erkeği ile bize yeterince “hükmetmiş”, sapasağlam bir iktidar olmuş durumda. Kadınlar konusunda eski mirası devralıp tepe tepe kullandı; bir de üstüne kadınlar ve erkekler eşit olursa bu “cinsiyetçi toplumun bütün yörüngeleri şaşar”, “kadın cinsi sadece iyi bir anne ve eş ise muteberdir” diyerek, “aksinin katli bile muteberdir” mesajını devletin en üst makamlarından topluma boca ettiler, ve nüfus müdürlüklerinden kaymakamlıklara dek atadıkları tüm kadroları buna göre seçtiler.

Yeni olan şey şu ki, bu hükümet kadınlarla erkeklerin eşit olduğuna inanmıyor! Tam tersini iddia ediyor. Erkeklerin üstün olduğunu, “bayanları” koruması gerektiğini; bu bayanların da kendilerini koruyan bu erkeklere ve onların yönetmekte oldukları devlete “sorgusuz sualsiz, hizmet ve itaat etmesi gerektiğine” inanıyor.

Bu nedenle, anayasada, yasalarda vs. kadınlarla erkeklerin eşit olduğu konusunda kağıt üzerinde bile olsa, ne varsa imha etmek istiyor.

Bugünlerde, kız ve erkek çocuklar için zorunlu olan eğitimi dört yıla indirmek istemesi de bu nedenle… Şiddet taslağındaki kadın-erkek eşitliğiyle ilgili maddeleri budaması da bu nedenle…

Türkiye kadın hareketinin işi artık daha da zor!

Hükümetin, kadına karşı şiddet yasasında yaptığı bu yeni cerrahi operasyon, eğitimle ilgili yasa ile birlikte düşünüldüğünde vahim bir noktada olduğumuzu gösteriyor: Türkiye kadınları çıkmaz bir sokağa sokulmak isteniyor… Şiddet taslağı üzerinden yapılmak istenenler bunun çok iyi, çok yeni ve artık kuşku bırakmayacak işaretleri…
Hükümetin kadına karşı şiddet taslağı üzerinde yaptığı sadece kimi değişikliklere bakalım:

1. Yasanın adı değişiyor:

- Yasanın “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunması” olan adı, “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” olarak değiştiriliyor. Böylece yasanın asıl amacı, kadına karşı şiddet, ev içi/ aile içi şiddet olmaktan çıkartılıyor “ailenin korunması”na indirgeniyor. Tüm topluma, içinde şiddet bile olsa, umursamayın, öncelikle “aileyi koruyun” mesajı verilmek isteniyor. “Aile dağılacaksa, kadına karşı şiddete göz yumun” mesajı…
- “Birey” kelimesine alerji var her daim, yasanın adından (aile bireyi bile olsa) bile “birey” kelimesi çıkıyor! Taslağın bütünündeki “birey” kelimeleri tek tek ayıklanıp “kişi” olarak değiştiriliyor. Kişi: Türk Dil Kurumu’na göre, bireyin psikolojik, sosyolojik özelliklerini taşımayan soyut şahıs, ama halk ağzında eş, koca; eskimiş kullanımda erkek!

2. Yasanın amaç, kapsam, temel ilkeler maddesi tamamen içeriksizleştiriliyor.

- “Uluslar arası sözleşmelerin esas alınması” ibaresi çıkıyor! Böylece kadın erkek eşitliği/toplumsal cinsiyet eşitliği, kadına karşı şiddetin cinsiyetçi toplum yapısından kaynaklanan yapısı nedeniyle devlete yüklenen tüm görevlerden kurtulmak isteniyor. Örneğin, LGBTT bireyler, yaş, medeni hal, etnik kimlik, göç, mültecilik, sağlık nedeniyle ayrımcılığa uğrayanlar ile devletin hizmet kusurları nedeniyle önlemek zorunda olduğu halde önleyemediği/önlemediği şiddet mağdurlarının zararlarını tazmin etme yükümlülüğünden...
Ve aynı zamanda, AİHM’in Türkiye’yi kadına yönelik şiddet konusunda mahkum ettiği Opuz kararının ardından, İstanbul’da imzaya açılan Avrupa Konseyi “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ni ilk imzalayan ve hemen 25 Kasım 2011’de TBMM’de kabul eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, çıkarttığı ilk yasada, bu sözleşmenin adını bile anmayarak bütün bu uluslar arası sözleşmelere imza atmayı, basit bir propaganda malzemesi olarak gördüğünü tescilliyor.
- “Şiddet mağdurlarına ilişkin verilecek destek ve hizmetlerin sunumunda temel insan haklarına dayalı, toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usûl izlenir.” maddesi hükümet tarafından taslaktan çıkarılmış!!!
Bu korkunç bir müdahale! Şiddete uğrayan kadınlara verilecek devlet desteğin “temel insan haklarına dayalı, toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usûl” izlememesi gerektiğine inanan bir hükümetimiz olduğunu belgelemiş oluyor tüm dünya önünde… Ne acı…
- Yasaya “Şiddet mağduru ve şiddet uygulayan için alınan tedbir kararları insan onuruna yaraşır bir şekilde yerine getirilir” ilkesinin yazılmasını istemiştik. Amacımız şiddete maruz kalan kadınlara “sadaka” babından, destek veriliyormuş gibi yapılmasına engel olmaktı. Ama aynı zamanda, şiddet uygulayan bir erkeğin de, sadece “kadına şiddet” eylemi nedeniyle insan onuruna/temel insan haklarına aykırı bir muameleye tabi tutulmamasını sağlamak idi. Şiddete Son Kadın Platformu olarak, Bakanlıkla taslak üzerinde müzakere ederken en zorlandığımız konulardan biri de, şiddet uygulayan ya da şiddet uygulama tehdidinde bulunan erkeklerde ilgili konular idi. Kadınların hakları kadar, şiddet uygulayan erkeklerin hakları için de müdahil olmaya çalıştık. Başarabildiğimiz en önemli nokta, yargıç kararına rağmen, şiddet uygulayan erkeğin otomatik olarak hapsedilmesini sağlayan “zorlama hapsi” sürelerinde indirim oldu. Öfke kontrolü, stresle başa çıkma ya da bağımlılık tedavisinin yargıç zoruyla yapılmaması ve bir seans bile atlayan erkeklerin doğrudan hapse gönderilmemesi için çok uğraştığımız halde, zaten Bakanlık nihai taslağına yansımasını sağlayamamıştık. Ama temel ilkelere koydurduğumuz “insan onuruna yaraşır” müdahale ilkesi ile şiddet uygulayan ya da uygulama ihtimali bulunan her erkeğe keyfi bir biçimde “elektronik kelepçe/bileklik takılması”, “telefonlarının dinlenmesi” vb. teknik yöntemlerle takibini önleyebilmek için getirdiğimiz “yargıç kararı zorunluluğu” da Bakanlar Kurulu tarafından taslaktan çıkarılmış oldu.

- “Bu Kanun kapsamında kadınlara yönelik cinsiyete dayalı şiddeti önleyen ve kadınları cinsiyete dayalı şiddetten koruyan özel tedbirler ayrımcılık olarak değerlendirilemez.” hükmünü de taslaktan çıkarmış “bakanlar” kurulumuz… 12 Eylül 2010 Referandumu’nda anayasaya “pozitif ayrımcılık” ilkesini getiriyoruz diyenler de aynı partinin bakanlarıydı, 2012’de kadına karşı şiddet gibi yakıcı bir konudaki yasa taslağından bu ibareyi çıkaranlar da aynı partinin bakanları... “Türkiye usulü pozitif ayrımcılığın” kadınların lehine değil, aleyhine uygulanmakta olduğunun ve böylece uygulanmaya devam edileceğinin resmi ilanlarından biri daha…

3. Hükümet, şiddet yasasının tanımlar maddesinin içeriğini de tamamen boşaltmış durumda!

- Böylece Hükümetimiz, tüm dünyanın kabul ettiği “kadına karşı şiddet” tanımını reddedip, tüm dünyaya meydan okuyor! Kadına karşı şiddet konusunda Türkiye’nin de imzalamış olduğu tüm uluslar arası sözleşmelerde yer alan (ve Türkiye’de de yürürlükte olan) şiddet tanımındaki “kamusal veya özel alanda gerçekleşen şiddet eylemleri” ibaresini yasa kapsamı dışına çıkarıyor. Yeni şiddet yasamız hükümetin istediği şekilde çıkar ise, “kamusal veya özel alanda” şiddeti kapsamayacak! Ya da kapsayıp kapsamadığı tartışmalı olacak. (Muhteşem bir devlet geleneğimiz daha: “Birilerinin önünü tam olarak kesemiyorsan, konuyu ortada bırak, devlet, işine geldiği gibi çözer”… Yine, yeniden, kadınlar açısından bu kez daha büyük bir hodri meydan acımasızlığında… Bunun tercümesi: “Kamusal alan (yani devletin kadına şiddeti) bir yana; özel hayatta, babanızın, kocanızın ve tepenizdeki bilumum erkeklerin şiddeti beni işime gelmediği sürece ilgilendirmez!” Bravo!
- Hükümetimiz aynı kaygıyla, yasa taslağının tanımlar maddesinden, “eviçi şiddet, kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet, şiddet mağduru, şiddet uygulayan, şiddet önleme ve izleme merkezleri” kavramlarını çıkartmış bulunuyor. Bu kavramlar zinhar bir yasada olamaz, olur ise hükümetin “muhafazakar” aile modelini bir şekilde imha eder!.

4. Ve taslağa diğer müdahaleler:

- Aslında “diğer” konulara atamayacağımız kadar önemli bir müdahale, 4320 sayılı yasanın şiddeti gören/bilen herkese verdiği “ihbar hakkı”nın taslaktan çıkarılması. Artık alt kattaki komşumuz, işyerindeki arkadaşımız, kızkardeşimiz, annemiz öldürülmekte olsa bile bizler koruma emri isteyemeyeceğiz. Şiddete uğrayanın kendisi ya da “devlet” istemediği sürece bu yasanın getireceği şiddeti önleme/durdurma mekanizmasını hiçbir güç harekete geçiremeyecek.
- Mülki amirlere ve hatta kolluğa verilen, kadına ve çocuklarına geçici barınma yeri sağlanması, geçici maddi yardım yapılması, geçici koruma verilmesi yetkileri yargıçtan esirgenmiş. Taslağın, kadına yönelik şiddetle mücadelede dünyanın bugüne dek bulabildiği en önemli mekanizmalardan biri olan “sığınak” kavramı taslağın bir yerinde bile geçmediği gibi, “barınma ihtiyacı” dahil, kadına yönelik tüm desteklerin “geçici” kelimesi ile tanımlanması oldukça tanıdık. Ancak, Kaymakama ya da mahalle karakolunda görevli bir polis memuruna tanınan yetkilerin (tüm ısrarlarımıza rağmen) yargıca verilmemesi oldukça enteresan. Valilerin, kaymakamların, görev çevreleri içindeki erkeklere “psikolojik, mesleki, hukuki ve sosyal bakımdan, rehberlik ve danışmanlık hizmeti vermesi” konusundaki ısrarı ise hala anlayabilmiş değiliz. Şiddet altında yaşayan kadınların, bu düzenleme sayesinde, ne zaman ve ne için valiliğe/kaymakamlığa/karakola gideceğini, ne zaman ve ne için aile mahkemesine gideceğini (hukuk fakültesi mezunu olsa bile) anlayamayacağı bir sürecin içine girmesinin neden özellikle istendiğinin de…

5. Ve en önemli konu: Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri

Şiddetle mücadelede kararlılığı ve istikrarı gösteren tek evrensel kriter olan “mekanizma” ve bunun için gerekli “bütçe” konusunda “bakanlar” yine yapacağını yapmış ve taslaktaki yetersiz yapıyı bile kuşa çevirmiş. Nasıl mı?

- Tüm illerde, ilçelerde (ve başlangıç olarak iki yıl içinde 14 ilde) kurulacak Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri’ni takvimsiz ve sayıca belirsiz hale getirmiş.
- Tüm illerde, ilçelerde bu merkezler kuruluncaya dek, Bakanlığın il veya ilçe müdürlüklerine verilen görevleri kaldırmış. Bunun yerine “Bakanlığın İLGİLİ (!) il veya ilçe müdürlükleri” tanımını getirmiş. (Demek ki, Bakanlığın bu konuya “ilgisiz” İL ve İLÇE MÜDÜRLÜKLERİ de olacakmış!)
- Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri ile ilgili olarak ilk 14 yıl için 5577 olan personel sayısını da 362’ye indirivermiş.
- Bu merkezlerde çalışacak personelin “tercihan kadın olması” ibaresinin de budanmış olduğunu artık ayrıca yazmaya gerek yoktur herhalde…

Böylece sonuçta, Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri meselesi bitirilmiş! İller yok/kadro yok/şiddetle gerçek bir mücadele de yok… Şimdi biz, Bakanlığın bu 362 personeli, şiddetle İLGİLİ (!) hangi ilimize nasıl yerleştirdiğine bakıp, “Türkiye Çapında Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri” kurulacak/kuruluyor/kuruldu reklamlarını izleyelim, öyle mi? Aynen 2005 yılında tüm büyükşehir ve nüfusu 50 bini geçen belediyelere getirilen “sığınak” açma yükümlülüğünde olduğu gibi!

Artık yeter, bu kadar “kadın dostu yasa (!)” Türkiye kadınlarına fazla…

AKP hükümetlerini tanıyoruz. 51 milletvekili ile TBMM’de küçük bir muhalefet partisi iken, kadınlara iktidara geldikleri anda, evlilik/aile içinde edinilen malların eşit paylaşımını sağlayacakları sözünü vermişlerdi ve izleyen seçimden tek parti iktidarı olarak çıktıkları anda, ilk unuttukları söz bu oldu. Kadın hareketi olarak Türk Ceza Kanunu’ndaki kadın cinayetleri, kadına karşı şiddet, LGBTT bireylere karşı ayrımcılık vb. taleplerimizin karşısında da AKP hükümeti durmuş idi. 2007 “yeni” Anayasa girişiminde az kalsın “sahibinin himmetine muhtaç, itaatkar/hizmetkar cins” oluyorduk.

Biz, kadın cinayetlerinde “namus/töre gerekçesinin kaldırılması”, “haksız tahrik indiriminin” sınırlanması, “çocukların cinsel istismarının engellenmesi”, kadınların kıyafetlerine “genel ahlak ya da hayasızca hareket” sınırlaması getirilmemesi, kadın-erkek eşitliğinin yasalardan ve toplumsal algıdan silinmesi ve benzeri her girişime karşı mücadele edeceğiz. Onlar da, her seferinde olduğu gibi, bizim bu mücadelemizden de, işlerine gelenleri cımbızlayıp, geriye kalanları, Türkiye ve dünya kamuoyuna kendi siyasi “lütfu” olarak yansıtmaya devam edecek.

Ne mutlu ki, şiddetle ilgili bu yasa taslağının her kelimesinde, hala (ne kadar budanmış olursa olsun) Türkiye ve dünya kadın hareketinin kanı/canı/emeği ve taslaktan çıkartılan her bir kelimenin hesabını soracak bir kadın hareketi var.

Kaynak: Kazete

0 yorum ---- Kadınlar, 'Şiddetle Mücadele Tasarısı'ndan hesap soracak!

Etkinliklere katılmak için aşağıdaki boş kutuya varsa görüşünüzle birlikte Ad-Soyad ve Mesleğinizi belirtmeniz yeterlidir.

  Şemsiye! Şemsiye!

8 Mart Yaklaşıyor!

2011 Kadınlara Sosyal Güvence Copyleft