Kürtaj yasası: Bir değersizleştirme projesi

Sağlık Bakanı Recep Akdağ ‘Üreme Sağlığı Yasa Taslağı’na ilişkin çalışmaların tamamlandığını açıkladı. Geçtiğimiz yıl mayıs ayında Başbakan Erdoğan’ın “Kürtaj bir cinayettir” açıklamasıyla başlayan kürtaj tartışmaları sırasında, kadınlar birçok ilde kitlesel eylemler örgütleyerek kürtaj hakkını ortadan kaldıracak düzenlemeye sokaklarda yanıt vermişti. Kadınların başbakanın açıklamalarından sonra süren tepkisi AKP’ye geri adım attırdı ancak kürtaj hakkına yönelik saldırılar fiili olarak sürdü. Yeni hazırlanan yasa taslağına ilişkin konuşan Akdağ, 10 haftalık kürtaj süresinde bir değişikliğini olmadığını söyledi ama yeni yasa taslağı kürtaj hakkına yönelik bir dizi kısıtlamayı içeriyor. Akdağ’ın kürtaj açıklamalarına karşı kadınların görüşlerine başvurduk. KASAUM (Kadın Sorunları Araştırma Merkezi) faaliyet gösteren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Alev Özkazanç ve TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu Üyesi Uzm. Dr. Müge Yetener yasa taslağına ve kadınların mücadelesine ilişkin sorularımızı yanıtladı. Yeni hazırlanan kürtaj yasa taslağı nedir? Ne getiriyor? Alev Özkazanç: Bu yasa taslağını biz de ancak medyadan duyduğumuz kadarıyla inceleme fırsatı bulabiliyoruz. Bu taslağın adı Üreme Sağlığı Yasa Taslağı, stratejik olarak isminden de görüleceği gibi, kafa karıştırıcı bir taslak. Ensest ifadesi yasaya giriyor. Taslağın bir kısmında tecavüz, cinsel istismar ve ensest suçlarının cezalarının arttığına ilişkin bir perspektif var. Pek çok kişi bunu kadın hakları açısından olumlu bulabilir. Fakat tasarıdaki bu yön kürtaja ilişkin yeni düzenlemelerle birlikte sunulmuş. Bu da tasarıya toptan bir şey söylenmesinin önünü kesen bir hamle. Tam da bu hedeflenmiş olabilir diye düşünüyorum. Daha önceden kürtaj süresinin 4 haftaya kadar indirileceği konuşulurken, kürtaja ilişkin yasada hafta sınırlandırılmasına gidilmemiş olması çok önemli bizim açımızdan. Taslağın geliştirdiği ayrıntı gibi görülen şeylerle, kürtaj daha zor ulaşılabilir duruma getiriliyor. Mesela daha önce olmayan, “kürtaj tam teşekküllü devlet hastanelerinde yapılabilir” koşulu. Devlet hastaneleri tartışmalar başlanmadan önce bile bekâr kadınlar konusunda zorluklar yaratıyordu. Bekâr kadınlara sadece özel hastaneler, doktorlar böyle bir olanak tanıyorlardı. Şimdi özel hastanelerin de önünün kapatılıyor olması kürtaja erişimi büyük oranda düşürecek bir numaralı faktör. İkincisi, Amerika’da kürtaj karşıtı odakların yasaya geçirdiği şey, şimdi de Türkiye’de yasaya geçirilmeye çalışılıyor. Bekleme süreleri yaratılarak bilgilendirme adı altında kadınlara psikolojik şiddet uygulanacak. Bilgilendirmenin içeriği tabii ki yasada yer almıyor, bu doktorun kendisine bağlı olarak geliştirilecek. Örneğin bebeğin kalp atışlarının anneye dinlettirilmesi gibi. İki-üç günlük bu mühlet, zaten zor bir şekilde kürtaj kararını alan kadının durumunu daha da zorlu bir hale getirecek. Bir diğer mesele de kürtajın, hekimin kararına bırakılması, bu ret hakkının çok keyfi bir şekilde kullanılabileceği anlamına gelir. Böylece kadınlar giderek kürtaj yaptıracak doktor bulma konusunda ciddi sıkıntı yaşayacak, hatta bu, bazı bölgelerde hiçbir doktora ulaşamayacakları durumlara yol açacak. Ayrıca yasa kürtaj süresi geçtikten sonra kendisine kürtaj uygulaması yapan kadınların cezalarını iki katına çıkarıyor. Bu uygulamayı yapan hekimin cezası da fazlaca artıyor. Tüm bu yollarla bu yasanın, gericileşen bir iklimde kadınların kürtaja erişimini zorlaştırma yönünde bir etki yaratacağı kesin. Hükümetin kürtaj konusundaki saldırısı üzerine sokaklara dökülen kadınlar ve kadın hareketinin geldiği noktayı nasıl değerlendirirsiniz? Başbakanın kürtaj ile ilgili yaptığı çıkışa kadın hareketi hazırlıksız yakalandı. Birkaç dergide yayımlanan yazı dışında kürtaj Türkiye’de kadın hareketinin gündemine aldığı bir konu olmamıştı, politize edilmiş bir konu değildi. Birdenbire ağır bir şekilde, Uludere ile, cinayet ile ilişkilendirilerek konunun politikleştirilmesi ve kamuoyunun önüne konulması bizi zor durumda bıraktı. Kadın hareketi de bunun etkisiyle çok hızlı bir biçimde örgütlenmeye, faaliyete geçmeye başladı. Aynı zamanda iktidarın yönelimleri açısından yeni bir evreye girildiğini işaret eden kötü bir gelişme oldu bu. Kürtaj ile ilgili konular bir daha geri çevrilemeyecek şekilde Türkiye siyasi tarihine girmiş oldu. O andan itibaren kadın hareketi açısından da yeni bir döneme girilmiş olunduğunu fark ettik. Kadın hareketi feministlerin önderliğinde oldukça başarılı bir karşı duruş sergiledi. Bu duruş sırasında kullandığımız dili, söylemi, sloganları eleştirel bir biçimde tekrar durup düşündük. Daha fazla kitleselleşme sağlayacak şekilde neler yapabileceğimiz ya da söylemlerin kadınlar ve bedenleri üzerinde olmasının sınırlarının neler olduğu üzerine fazlaca tartışmalar oldu. Feministler arasında bu konuda görüş farklılıkları oldu. Tüm bu tartışmalara rağmen hareketin o dönemde başarılı olduğunu düşünüyorum. Belki de daha hazırlıklı olsaydık daha kitlesel olabilirdik. Ancak iktidar örgütlü kadın tepkisini de gözeterek, kendi ulaşmaya çalıştığı hedef kadın kitlesinin de desteğini sağlayamadığını da fark ederek geri çekildi bu yasa taslağı konusunda. Bu geri çekilme önemli bir boyuttaydı, nihayetinde o dönem kürtajı tamamen yasadışına çıkarma, hatta tecavüz durumunda oluşan gebelikler konusunda bile kürtaja izin vermeyecekleri konusunda aşırı söylemler mevcuttu. Bu aşırılılıkların törpülenmesi ve geri çekilmesi kadın hareketinin başarısı olarak görülebilir. Bir kadın hareketi aktivisti olarak değil de bir hekim olarak kürtaj yasası hakkında ne söylersiniz? Müge Yetener: Öğrenciliğim sırasında kürtaj yasaktı. Özellikle Halk Sağlığı ve Kadın Doğum hocalarımızdan kadınların kürtaj yaptırmak için başvurduğu yöntemleri, ödedikleri bedelleri dinlerdik. Kadınların rahimlerine çeşitli sivri cisimlerle uyguladıkları darbeler sonucu kan kaybı veya enfeksiyon nedeniyle hayatlarını kaybettiklerini veya birçok kalıcı hasara uğradıklarını dinlerdik. O zamanlarda sepsis (enfeksiyona bağlı rahatsızlıklar için) acil servisi vardı hastanelerde, çok fazla kadının kendi kendine kürtaj yapması sonucunda birçok enfeksiyon hastalığına yönelik acil hastaların sonucunda hastanelerde açılmıştı bu servis. Tüm bu sonuçları gören, bu bedelleri yaşayan birçok kadın, özellikle hekimler, kürtaj yasası için mücadele ettiler. O zamanlar Türkiye’de kadın hareketi güçlü değildi ancak yaşanan bu sonuçlar büyük etkiye sahipti ve baskı oluşturmuştu bu yasanın çıkmasında. Kürtaj yasası kadın sağlığı ve kadınların özgürlükleri açısından çok olumlu bir sonuç ve kazanımdı. Kürtaj yasası: Bir değersizleştirme projesi Şimdi bu kazanımın geriye alınma çabalarına bütün olarak baktığımızda bunun kadının bedenine ve cinselliğine yönelik çok büyük bir devlet denetimi olduğunu görüyoruz. Kadının kaç çocuk doğuracağına, hangi yöntemle doğuracağına, kürtajı hangi süreler içinde yaptıracağına devlet, yasalarla müdahale ediyor. Bu otokratik yaklaşım kadınlar açısından kendi hayatlarıyla ilgili karar veremedikleri için bir değersizleştirme, ikincilleştirme anlamına geliyor. Bu aslında daha büyük bir projenin kadın bedeni üzerinden inşasıdır. Bu proje içerisinde kadın kimliğini yok ederek sadece anne kimliğine sıkıştırma, annelik üzerinden bir değer atfetme ve insan-kadın kimliğini yok saymak var. Temel amaçlardan biri ise devletin sosyal rollerini; aile kurumunu ve aile içindeki kadın rolünün konumunu güçlendirerek, tüm bu rolleri aile içindeki kadına yüklemek. Kürtaj yasağı da aslında bunun bir parçası çünkü üç çocuk söylemleri ile devam eden bu aile projesine kürtaj serbestîsi bunu kıran bir şey ve o yüzden bu kırılmaya çalışılıyor. Ayrıca cinselliğe yönelik ahlaki sınırlandırma girişimi de içeriyor bu kürtaj yasağı. Kadınlar her halükarda kürtaj yaptıracak Öte yandan, sağlıkta dönüşüm ile birlikte Ana-Çocuk Sağlığı Merkezleri’nin yeterince para kazanmadığı için kapatılmasıyla kadınların doğum kontrol yöntemlerine ulaşması da zorlaştırıldı. Zaten korunma yolları sadece kadının yapması gereken bir uygulamaymış gibi gösterilirdi. Oysa ki erkeklerin de korunması gerekiyorken, ayrıca kadınların bunlara ulaşamaması ayrı bir müdahale biçimini yansıtıyor. Kadınlar her halükarda, kürtaj yasak da olsa kürtaj yaptıracaklardır. Geçmişte de böyle olmuştur, kürtajın yasak olduğu ülkelerde de… Kürtajın yasaklanması, kürtajın sadece güvenli olmayan koşullarda kadınların canı pahasına yapılmasına yol açar. ‘Kürtaj yapmak istemiyorum’ demek vicdani ret sınırına girmez’ Sezaryen sınırlandırması sonucunda hekimler üzerinde kurulan baskıyı açılan soruşturmalarla gördük. Sağlık bakanı şimdi de kürtaj yaptırmak isteyen kadınlara yönelik ikna odalarından söz ediyor. Neler bekliyor kadınları ve hekimleri? Tabii ki tıp da iktidarın ideolojik araçlarında biri ve uygulamalarda da bu hekimler tarafından yapılmış oluyor. Kadın mücadelesi ve feminist hareket kürtajın açıktan sınırlandırılmasına engel olmuş oldu, çok daha kaba bir sınırlandırma gelebilirdi. Yapılamayınca doktorlara kürtajı reddetme serbestîsi ile daha öncelikli yöntemlere başvuruluyor. Kürtajı sınırlamak bir iktidar yöntemiyken, bir hekimin “kürtaj yapmak istemiyorum” demesi vicdani ret sınırlarına giremez. Bu ancak kadının kürtaja erişim hakkı layıkıyla korunuyorsa mümkündür. İkna odalarına bakacak olursak, kadınlara psikolojik şiddet uygulayarak kürtajdan vazgeçirme projesi. Ne yapmalı? Başbakanın açıklamalarını analitik ve politik olarak ciddiye almalıyız. Sadece kürtajla birlikte anlamadık tabii ki bunu. AKP 3. dönem iktidara geldikten itibaren yaptığı, söylediği her şeyle yeni bir dönemin oluştuğunu, Türkiye’nin daha otoriter bir tarza sürüklendiğini gösteren pek çok şey oldu. Dolayısıyla kadın hareketi olarak daha genel bir perspektif zorunlu hale geliyor. Daha genel derken, hem otoriter hem muhafazakâr gidişe karşı, yeni rejimin cinsiyet meselesini merkeze alan bir rotası olduğunu görüyoruz. Bunu açığa çıkaracak biçimde, hem oluşmakta olan rejimin Türkiye’deki cinsiyet rejimi konusundaki ataklarını analiz eden, hem de bunu diğer otoriter ve muhafazakâr gelişmelerle ilişkilendiren yeni bir politik hat çizmek gerektiğini düşünüyorum. Daha geniş kitlelere; hem daha geniş kadın kitlelerine hem de kadınların birlikte hareket edeceği diğer ezilen kesimlere ulaşmak gerektiğini düşünüyorum. Zaten AKP iktidarı uyguladığı, uygulamayı planladığı politikalarla bizi bu yönde düşünmeye yönlendiriyor. Mücadele devam edecek. ‘Hayatımızı geri vermemek için mücadele etmeliyiz’ Kadınların birçok kazanımına yönelik saldırı söz konusu. Kazanımlarımızı ve hayatımızı geri vermemek için mücadele etmemiz gerekiyor. Bu mücadeleyi de her kadın tek başına değil, hep birlikte yapmak gerekiyor. Kaynak: Sendika.Org/Esra Doyurhan

0 yorum ---- Kürtaj yasası: Bir değersizleştirme projesi

Etkinliklere katılmak için aşağıdaki boş kutuya varsa görüşünüzle birlikte Ad-Soyad ve Mesleğinizi belirtmeniz yeterlidir.

  Şemsiye! Şemsiye!

8 Mart Yaklaşıyor!

2011 Kadınlara Sosyal Güvence Copyleft